1993
Asgari ücret : 910 TL
Simit : 1TL
Çay : 1,5TL
Toplam : 2,5TL
1 aylık ailenin gideri :
2,5TL *3 öğün * 5 kişi * 30 gün = 1.125 TL (yeni para)
2015
Asgari ücret : 949 TL
Simit : 1TL
Çay : 1 TL
Toplam: 2 TL
1 aylık ailenin gideri :
2TL * 3 öğün * 5 kişi * 30 gün = 900TL
Yani ekonomiyi geliştirdik dedikleri, 13 senede 910 olan asgari ücreti 39 lira yükseltip, 949 lira yapmışlar. Çayı ucuzlatmışlar sağolsun. Acaba öyle mi? Bakalım…
2002 yılında 1lt benzin >> 1,64TL [kaynak]
2015 yılında 1lt benzin >> 4,42TL [kaynak]
Artış : 2,69 kat
2002 çiğ süt fiyatı >> 38 kuruş [kaynak]
2015 çiğ süt fiyatı >> 1,15TL [kaynak]
Artış : 3 kat
2002 ekmek fiyatı (200gr) >> 25 kuruş [kaynak]
2015 ekmek fiyatı (250gr) >> 1TL [kaynak] (200gr, 80 kuruş eder)
Artış : 3,2
Peki asgari ücret ne kadar artmış?
2002 asgari ücret >> 836,25 TL [kaynak]
2015 asgari ücret >> 949,07 TL [kaynak]
Artış : 1,1 kat !!!
Şimdi ben anlayamadım ; üreticinin kullandığı benzin 2,6 kat artmış, et 2,53 kat artmış, süt 3 kat artmış, ekmek 3,2 kat artmış ANCAK ASGARİ ÜCRET NEDEN 1,1 KAT ARTMIŞ?
Üstelik ihracat/ithalat oranına bakalım;
2002 >> 0,699 [kaynak]
2014 >> 0,651 [kaynak]
Aradaki fark : 0.93 kat azalmış !!! NEDEN?
Andıç : bilmeyenler için, yukarıdaki bölme diyor ki : sattığımızdan daha fazla alıyoruz, bu da borçlanmaya gider!
Dış Borca bakalım o zaman
2002 >> 130 Milyar dolar [kaynak]
2014 >> 233,4 milyar dolar [kaynak]
Artış : 1.79 kat !
Hani üretim çok iyidi, onca özelleştirmeye rağmen ne oldu? Limanları, otoyolları, devlet kurumlarını, madenleri gözünüz kırpmadan sattınız. Halk zenginleşmedi, üretim azaldı, fiyatlar katlanarak arttı. Ekonomimiz iyi diyorlar hani nerede?
Kişi başı düşen gayri safi milli hasılaya falan bakayım demeyin sakın! Ülkenin %10’u, geçtiğimiz 13 sene içerisinde kat kat zeginleşirken ; orta sınıf çöktü. Ya zenginsiniz ya fakir. Böyle bir durumda kimse ekonomi güzel demesin.
Her şey güzelmiş gibi görünüyor, öyle gösteriyorlar. Kontrol ettikleri televizyonda, kaynağı belirsiz paralarla (4,3 milyar dolar giriş yapıldı [kaynak]) ekonomi sabitlenmeye çalışıyor ama olmaz.
Seçim sonrası benzin yükselecek, fiyatlar yükselecek. Ağırlık altına gireeceksiniz. Ne diyelim, hak eden bulur…
Bunun sonucunda, yatırımlar daralmış, faiz oranları ve enflasyon yükselmiş, vergi sistemi yıpranmış ve gelir dağılımı bozulmuştur. Ülkemizde devlet özel sektörden yoğun biçimde borçlanmasına rağmen, bu borçlanma, kamu açıklarının kapatılmasına yetmemekte ve cari işlemler hesabı sürekli açık vermektedir. Buna bağlı olarak da dış borçlarımız da sürekli olarak artmaktadır.
Toplam kamu borcu ile özel kesimin dış borcu toplamından oluşan “ülke toplam borç stoku”; 2002 yılındaki 220,5 milyar dolarlık düzeyinden, 2007 yılı sonu itibariyle, yüzde 116,6 oranında (257,1 milyar dolar) artarak, 477,6 milyar dolara tırmanmıştır. Siyasal iktidar tarafından böyle bir borç batağına sokulan Türkiye’nin dış borcu 2007 yılının Mart ayı sonunda 212 milyar 569 milyon dolar iken 2008 yılının mart ayında 262 milyar 934 milyon dolar olmuştur. Bir yılda dış borç artışı 50 milyar dolara ulaşmıştır. Toplam dış borcun 74 milyar doları kamu borcu olup bunun 16 milyar doları Merkez Bankası’na, 172 milyar doları ise özel sektöre aittir. Özel sektörün toplam 172 milyar dolarlık borcunun 60 milyar dolarlık bölümü banka ve finans kesiminin, 112 milyar dolarlık kısmı ise özel şirketlerin borcudur. 2007 yılının Mart ayından geriye 12 aylık dönemde dış borç rakamındaki yükselişin tamamına yakın bölümü özel sektörün borçlarındaki 48,6 milyar dolarlık artıştan kaynaklanmaktadır. Son dönemde, sadece beş buçuk yılda, 82 yılda 58 hükümet döneminde yapılan toplam dış borçtan fazla, tam 280 milyar dolar ek toplam dış borç, Türkiye’nin borç stokuna eklenmiştir. Türkiye’nin toplam dış borcu, bugünkü iktidar döneminde, 5,5 yılda, 220 milyar dolardan, 280 milyar dolar ek borç yapılarak, 500 milyar dolar düzeyine getirilmiştir.
İç borç stoku neredeyse her yıl ikiye katlanmaktadır. Sonuç olarak, iç borçlanmanın getirdiği sorunlar, dış borçlanmaya göre çok daha endişe verici görünmektedir. Özellikle iç borçların faiz oranının yüksekliği ve vadelerinin çok kısa oluşu sorunların ana kaynağı görünümündedir. İç borçlanmada izlenen maksatlı politikalar nedeniyle 2004 yılından bu yana ödenen faiz miktarı 100 milyar doların üzerindedir. Bunun anlamı serbest adı ile dikte ettirilen kur politikalarının aslında serbest olmadığı yani bastırılmış kur politikası bu Devletin kasasından 100 milyar dolar paranın çalınmış olmasıdır. Oysaki iç borçlanma YTL bazında yapılmış olsaydı bu 100 milyar dolar bu Devletin kasasında kalmış olacaktı. Yanlış ve manidar borç yönetimi bu soygunun temelini teşkil etmektedir. Sonuç olarak siyasal iktidar Türkiye’yi, devletiyle milletiyle borca batırmıştır.
Diğer yandan Türkiye, faiz bataklığına saplanmıştır, 2004 yılındaki reel faizler bugün aradan geçen dört yıl sonra hala aynı düzeydedir. Şu anda devletin borçlanma faizi yüzde 22, reel faiz ise yüzde 10’nun üzerindedir. Bu durum neo-liberal politikaların bizi nereye getirdiğini açıkça ortaya koymaktadır. İç borçlanmanın sürdürülmesi artık imkansız görünmektedir. İç borçlanma zaten bozuk olan gelir dağılımını daha da bozmuş, tasarruflar azalmış, ekonomik büyüme durmuştur. 2004 sonrasında doların emtia karşısındaki değer kaybı yüzde 300-400’ler civarındadır. Ekonomik büyümeye yönelik olarak açıklanan rakamlar tümüyle büyük bir yalan ve aldatmacadır.
Hane halkının borçları 2002 yılında 6,5 milyar YTL iken 2008 yılının yedinci ayı itibarıyla 135 milyar YTL’ ye yükselmiştir. Bu borcun 31 milyar YTL’si kredi kartlarına, 80 milyar YTL’si ise tüketici kredilerine karşılık gelmektedir. 150 bin vatandaş yaklaşık 2 milyar YTL tutarında kredi kartı borçlarından kaynaklanan icra işlemi ile karşı karşıya kalmıştır. Aynı dönemde banka bilançoları ile bireysel krediler arasında da anlamlı bir benzerlik vardır. 2002 yılında banka bilançoları toplamı 108 milyar dolar iken 2008 yılının altıncı ayında bilançolar toplamı 500 milyar dolara yükselmiş, aynı şekilde bireysel krediler toplamı ise 4 milyar dolardan 125 milyar dolara ulaşmıştır. Sadece 2007 yılında vatandaşın ödediği faiz toplamı 15 milyar YTL’dir. Halen banka bilançolarındaki krediler toplamı 320 milyar YTL olup, 2008 yılı Mart ayı sonu itibarıyla bu borcun üçte biri bireysel kredilere karşılık gelmektedir. Bireysel kredilerde uygulanan faiz oranları yıllık yüzde 20–25 iken kredi kartlarındaki bu oran yüzde 80-100’lere ulaşmaktadır. Bütün bunların anlamı vatandaşın borç baskısı altında modern bir köle haline getirildiği gerçeğidir.
Bugün bankacılık sektörünün yüzde 50’si yabancı sermayeye ait iken bu oran sigortacılık sektöründe yüzde 70’lerin üzerindedir. Ayrıca bankaların halka açık kısmının yüzde 80’den fazlası yabancı sermayenin elindedir. Sermaye piyasasında ise yabancı sermaye oranı yüzde 70’lerin üzerinde olup para piyasasında bu miktar yüzde 80’ler seviyesindedir.
Uygulanan ekonomi politikaları sonucunda ekonomimizde gözlenen en olumsuz göstergelerden biri de enflasyon oranlarının seyridir. 2004 yılından bugüne kadar düşürülemeyen enflasyon oranları, Mayıs ayında tekrar iki haneli rakamlara çıkarak, ciddi bir tehdit haline gelmiştir. Enflasyon yıllık bazda 13 ay aradan sonra yüzde 10,74’e tırmanmış, Hükümet ve Merkez Bankası yüzde 4’lük enflasyon hedefini rafa kaldırıp, revizyona gitmek zorunda kalmışlardır. Yüksek ve düşük gelir grubuna hitap eden ikili enflasyon yapısı yüksek gelir grubunun kazançlarına kazanç katarken, düşük gelir grubunda ise daha da yoksullaşmaya neden olmuştur. Çünkü yüksek gelir grubunun tüketim alışkanlıklarında ithal ürünler başı çekerken, düşük gelir grubu tüketim alışkanlıklarında ise temel tüketim maddeleri önceliği almaktadır. Düşük gelirliler yüzde 40’ları aşan enflasyonun altında ezilirken, bastırılmış kur politikası yüzünden yüksek gelirliler kazançlı bir duruma gelmişlerdir. Yani uygulanan maksatlı ekonomi politikaları sonucunda enflasyon ejderhası yoksulları daha fazla yemeye başlamıştır.
Sürekli yurtdışından borçlanarak finanse edilmeye çalışılan ve Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)’nin yüzde 7’sine yaklaşan iktisadi yaşamdaki dış açık (cari işlemler açığı) neredeyse 50 milyar doları aşmıştır. “Şirketler ve finansal sermayenin küreselleşmesi” olarak tanımlanan bu yaşanan süreçte uluslararası piyasalardan mali kaynak sağlanamadığında cari açığın artık finanse edilemeyeceği bir duruma gelinmiştir.
Osmanlı Devleti’nin çöküşünü başlatan 1838 tarihli Balta Limanı Anlaşması’nın bir benzeri, hatta daha da ağırı Kasım 1995’de imzalanıp 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşmanın adı, Gümrük Birliği Anlaşması’dır. Koalisyon Hükümeti tarafından imzalanan bu anlaşma ile Türkiye, AB’nin 15 üyesine karşı tüm gümrük duvarlarını indirmiştir. Gümrük Birliği Türkiye’yi Avrupa’nın açık pazarı haline getirmiştir. Gümrük Birliği’nin Türkiye’de yarattığı olumsuz tablo, Türkiye’nin sadece ekonomik olarak değil; siyasi, hukuki ve bürokratik anlamda tek yanlı olarak Avrupa Birliği’ne bağlanmasına yol açmıştır. Gümrük Birliği Anlaşması’nı Birliğe tam üye olmadan kabul eden tek üye olan Türkiye gerçekte egemenliğini önemli ölçüde Brüksel’e devretmiştir.
Ekonomik anlamda çok sıkıntılı bir dönemin içine girilmiştir. Siyasal iktidar her şeyi normal göstermeye halkımızı hayali rakamlarla, bir gecede yükselen GSMH’larla kandırmayı ve avutmayı tercih etmektedir. Cari açıktan, iç borç stoğundan ve reel sektör borçlarından hiç bahsetmemektedir. Maalesef yaşadığımız bu sahtelik ve içinde bulunduğumuz oyun mutlu sonla bitmeyecek gibi gözükmektedir. Ülke ekonomisinin gidişatından kaygı duyan iktisatçılar ve ekonomik çevreler sürekli olarak “kriz fırtınası geliyor, hazır olun” diye haykırarak uyarılar yapmaktadır.
002 yılında et fiyatı >> 8,9TL [kaynak]
2015 yılında et fiyatı >> dana 22,57TL, kuzu 21,68 TL [kaynak] (Migros Sanal Markette kıyma 33TL [kaynak])
Artış : 2,53 kat
işte biz bu resimlerdeki milletimizin ta kendisiyiz
sanayicisiyle iş adamıyla memuru işcisi yaşlısı gençi erkeği kadınıyla öğrencisi köylüsüyle askeri polisi mit i savcısı hakimi asgari ücretlisi dar gelirlisi öksüzü yetimi engellisi ile bir bütünüz diyor bu ülkenin fertleri olan 76 milyonu kardeş biliyoruz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder